♩ ♪ ♫ ♬ 10cc — The Things We Do For Love
(Yazının başında dinlemeniz için olan parça burada. Bitiş için olan müzik parçası da en sonda.)

Öncelikle herkese merhaba. Bugün koskocaman bir deryada bir damla için konuşmaya, bütün atmosferde serinlemek için okyanus peşinde olmamaya geldim. Burada yazdıklarımdan zaten bir parça anlaşılabileceği üzere anlatmayı konuşmayı severim. Bunların üzerine birtakım hayallerim de var bekleyen. Konuşabilmek için çok çok daha fazla dinlemeyi okumayı istiyorum, ki karşımdakine seyri, keyfi leziz bir sunumum olabilsin beraber vakit geçirirken. Psikoloji, nörobilim alanlarında okumalar yapmak bana bu anlamda çok iyi geliyor. İlham aramak yerine rast gelmek daha hoş sanki. Rast gelebilmek için de yerimi ona göre seçmeye gayret ediyorum.
Uluslararası alanda kaynaklara genelde İngilizce erişim sağlamak gerekirken Türkçe okuma için müthiş bir kaynak var. Okumayı sadece yazı için de söylemiyorum üstelik.
Doğan Cüceloğlu.
Sadece bilgisine değil, enerjisine içtenliğine olgun duruşuna hayran olduğum fütursuzca keşfe teşvik eden bir insan. Dinlerken not almak adına ayrı bir defter tutarım. Hayatını kaybettiğini öğrendikten sonra kitabı okumaya dahi elim gidemedi. Hayatımda yeni başlangıçların olduğu bir dönemde bunu deniyorum şimdilerde ve kendimle öncesine dayanan bir nokta için buradayım. Kitaptan bir parça alıntı yaparak kesişimde buluşma sağlayacağım ama biraz öncesinden bahsetmek istiyorum.
Pandemi öncesinde bir süreliğine yurtdışında yaşamam gerektiği vakitte market alışverişime bir adet avokado eklendi. O güne kadar net bir şekilde tadını almamıştım, kendim yemek yaparken de tam kullanmadım. Daha ziyade influencer olmanız ya da daha üst segment bir yerden geliyor olmanız lazımmış gibi geliyordu. Şimdi papayalarla aydınlığa koşuyoruz marketlerde tabii :)
Öncesinde internette suda bekleterek avokado çekirdeği filizlendirmeyi çok kez görmüştüm. Tadına bayılmadım, çekirdeğini sakladım. Çekirdek için almış bile olabilirim. Sağlıklı yağ olması kısmına lafım yok ama hala başka bir ana tat ile birleşmeden katlanabileceğim leziz diyebileceğim bir tadı yok açıkçası. Denebilir ki başka yerdesin, evine geri döneceksin, ağaç mı olacak, ne gerek var?
Gerek var mı, diye düşünmedim.
Her gün suyunda uyuyan uyanan camın önündeki avokado çekirdeğimle günaydınlaşmak sanki yalnızlık paylaşımı gibi gelmişti. –başka bir ülke ve arkadaşınız, tanıdığınız biriyle gitmediniz, beraber büyüyorsunuz.
Ve sahiden de bu bebek çekirdek güçlü ve kırılmaz yapısını gün geçtikçe bıraktı. Sanki suya kendini bırakıyor gardını düşünüp güvenmeye başlıyor gibi. Minik bir dal çıkmaya başladığında hiçbir yeşil renk için hayatımda bu kadar heyecanlanmamıştım. Burada bir avokado ağacı bile yok aslında arkaplanda. Benimle olan bir şey var sadece. Canlı bir çekirdek. Bana avokado vereceksin gibi bir beklentim dahi yok, sabır muhabbetine girmek gibi… yok yani. Yine uzun boylara varmadan kısacık dönemli düşünerek keyif almaya çalışıyorum. Devasa anksiyeteye dönüştürmeden.
Sonrasında aylar geçti, yaklaşık 50–60 cm ulaşan boyu ile İstanbul’a geldik. Evet beraber geldik. Incecik dalının kırılmaması için valizde nasıl bir alan hazırladım sonra havalimanı, uçuş, eve dönmek derken nasıl sahiden sağ salim gelebildik bilmiyorum, ama elimden geleni yaptım ve sanırım işe yaradı. Kulağa saçma geliyor olabilir ama, mutluluk seçilebilir. :)
Doğan Cüceloğlu’nun Var Mısın kitabında bu çekirdeğin nasıl bir potansiyel ifade edebileceğinden bahsediliyor. Aslında onu ağaç olarak görmek de sizin elinizde diye… Ben ağaç olarak dahi görmeye ihtiyaç duymadım diyebilirim. Sadece beraber yolun dahi keyfi kocaman. Yorulmanızı gerektirecek hiçbir şey yok, üşeneceğiniz hiçbir şey yok. Tekken büyüyorsunuz, ve artık kocamansınız. :)
Boyutun, büyümenin, beraberliğin, hacimden çok daha büyük olduğu keşfi insanı hem daha güvende hem de daha huzurlu hissettiriyor. Ben’den kızgınlık ve öfkeyi, huzursuzluğu sıyırıp sanki biz’deki paylaştırılmış ve yormayan sorumluluğun dibini sıyırmak daha lezzetli.
“Çekirdeğin potansiyelinin farkına varıp gelişmesine kim fırsat verir?
Farkına varmak, farkına vardığını değerlendirmek, karar verip eyleme geçmek kolay iş değildir.Gizil güç.”
Bir şeylerin farkına varmak, hele ki sonrasında adım atmak –özellikle kendimizle ilgiliyse- çok çok zor. Ama geriye dönersek değil durursak çürüyoruz. Çürümek için fazla değerliyiz.
Bu, her an kendini metronomdaki ritme hapsetmek demek de değil. Elinden geleni yapmak, korkudan kaçmamak, öfkeyi sanki bir düğümmüş gibi çözüp sadece bakmak… farkındalığına varmak. Düğüm başka yere atılınca çözüm olmaz, çözüp ne olduğunun farkında olmak başını çevirmekten hem daha sağlıklı hem de daha saygılı. Birçok kez söylediğim gibi sarılmanın bendeki yeri çok büyük ve bu da bir nevi kendimize sarılmaya izin vermek gibi geliyor bana.
İçin rahat mı şimdi böyle yaptıktan sonra?
Emin misin?
Daha iyisini yapabilir miyim?
Şüphen var mı bunu böyle düzeltmeliyim diye?
Her şey “elimden geleni yaptım”dan ibaret, kazanmaktan değil.
Bazen ille de kazanmak diye bir şey olmadığını savaşmak yerine keyif almayı tercih ettiğimizde anlarız.
Haklı çıkmak sadece egoya hitap ediyor, huzurunuza değil maalesef.
Az önce de bahsettiğim gibi yeni başlangıçların olduğu bir dönemdeyim ve zorlandığım anda sabahı hatırlamak iyi geliyor. Bugün de uyandıysam, dokunduğum insanlara iyi geleyim. Kastım fiziksel temas değil. Gülümserken başka birini gülümsetebilmek gerçekten de sandığımızdan çook daha kıymetli. Uçakta birine, küçük bir çocuğa peçeteden çiçek yaptığınızda cebinizden hiçbir şey eksilmez; sebep yokken birine çiçek verdiğinizde çıkar beklemeseniz de sandığınızdan çok üst seviyelerde mutlu olabilirsiniz.
Illa bir şeyler “şu ana dek böyle olmuş” diye böyle devam etmek zorunda değil.
Ziyan olmak zorunda değil, hiçbir şey.
Ne yemek, ne su, ne enerji, ne de kendimiz.
Ziyan olmak zorunda değiliz.
Elimizden ne gelirse deneyebilir, gülüşümüzden ne gelirse değiştirebiliriz. :)
♩ ♪ ♫ ♬ Sidoine — On Ne Vit Qu’Une Fois