
Umut, yani geleceğe dair bütün ihtimallere rağmen, kafamızdaki ya da gönlümüzdeki hayali gerçekleştirebilme, o yolu yürüyebilme doğrultusunda imkanlar görebiliyorsak böyle bir ihtimalin varlığına inanabiliyorsak, buna umut adını veriyoruz. Umut var ise hareket edebiliyoruz. Hareket edebildiğimiz zaman da bir şeyler yapabiliyoruz. Dolayısıyla o bir şeyleri yaptıkça bir hoşluk hali geliyor. Diyoruz ki evet, ben zar zor da olsa imkansızlıklarla da olsa bu yolda ilerliyorum diyoruz. Ve umudun varlığı, bizi mutluluk rayında tutabiliyor aslında.
Aynı durumda öğrenilmiş çaresizlik vs umudu olmayan bir insan, dışsal olarak aynı imkanlara sahip belki ama umudu yok. O zaman ne oluyor, hareketsizlik başlıyor. Hareketsizlik başlayınca bir şey yapamamanın getirdiği bir bezginlik, bundan dolayı suçlu arama dışarıda bulmaya çalışma şikayet etme şikayet ettikçe o döngünün içerisine sarmalı içerisine girme… Ve bir süre sonra da lanet olsun ben bu dünyaya niye geldim gibi isyanlara doğru çıkma. Bunlar zihinsel girdapların sonuçları aslında.
Mutluluk ve mutsuzluk hayata nasıl baktığımızla alakalı. Maddi imkanlarla doğrudan ilgili değil. Elbette ki ekmek bulmak derdinde, uzun süre işsiz kalmış, bezdirici sağlık sıkıntılarıyla uğraşan insanların mutsuz olmak için daha çok nedenleri olabilir. Ama bunların olmadığı durumlar daha yaygın.
Çok fazla ihtiyaçla donatılıyoruz. Çok fazla öğretilmiş hedefin peşinden koşmamız gerekiyor. Bir şeylere acaba buna gitmem gerekiyor mu –üniversite konusu- diye bakmadan sürekli koşturmak gerekiyor. Bu kadar koşturmacalı, bu kadar şeyi kazanmak zorunda hissettiğimiz bir hayatta da umutsuzluk ve mutsuzluk mukadder –alınyazısında yazılmış- gibi gözüküyor.
Eğer beynimizin mutluluk hissiyatını oluşturacak bir değerlendirme moduna geçmesini istiyorsak:
Beynin bir modu var: o modda ne olursa olsun mutlu oluyor.
Öbür durumda, şartlar ne olursa olsun lanet olsun diyor.
Öbür durumdan bu moda geçebilmesi ruhsal ve anlamsal bir şey.
Ve bu anlamsal meseleyi insan sadece kendi içinden çözebileceği için dışarıdaki şartları değiştirmekle mutlu olmaya çalışmanın beyhude olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz.
(Yani aslında bu uğurda bir suçlu dediğinizi öldürmekten tutun yanlış mekanı yok etmeye kadar yapılanlar sadece katliam. Yok etmekten ziyade içerideki sistemin bakımına özen göstermek gerekiyor. )
Beyinle bütün bir sistem olduğumuzu algılayalım. Bu sistemin içinde kulenin tepesinde bir arkadaşın oturduğunu düşünün, bu arkadaş ne derse ne düşünürse ne arzu ederse sistem ona göre gidiyor. Bu arkadaşa konsantre olup onunla azıcık sohbet edelim. Bakalım bir, bak bu kadar şeyimiz var gücümüzü bi bilelim. Zayıflıklarımız var evet, ama belki onun yanında güçlü yanlarımız bu zayıflıklarımızı bir şekilde tolere etmemizi ya da onların üstüne çıkmamızı sağlayabilir diye içsel umut arttırıcı araştırmaları sohbetleri biraz arttıralım.
Ve elimizden ne geliyorsa, her ne geliyorsa onu yapıverelim.
Victor, (Victor Ananias) yapabileceği her şeyi yapardı. Mutlu ve tatmin içinde bir insandı. Hayatından razıydı. Hiçbir şeyden şikayet ettiğini görmedim. Şikayet edeceği her şeyi çözebilen bir insandı çünkü.
Şikayet edeceği her şeyi çözebilen bir insandı çünkü.
41 yıllık ömründen arkasında bıraktığı dalga dalga yayılan o iyilik hikayesi de aslında Victor’un boyunu çok aşan bir hayıra dönüşmüş oldu. Dolayısıyla mutlu insan, Ben bu dünyaya ne katkı yapıyorum arkadaş sorusunu sık soranlar oluyor. Bir beyin böyle çalışıyorsa dünya da onu mutlu eder, beyin de kendini mutlu eder herkes herkesi mutlu eder. Öyle bir sistem olur.
Başka insanlara katkı vermeyi lütfen öncelikli bir mesele olarak hayatımıza yerleştirmeye çalışalım.
Antik çağlarda yüksek tanrı ve talih inancıyla kabul meselesi daha açık. Başıma felaket geldi, tanrılar istedi elbet bir gün ödüllendirileceğim. Orta çağda tamamen tanrıya bırakıldı. Başıma kötü şey geldiğinde: tanrının dileğiyle zamanı gelince ben de refaha kavuşacağım.
Fakat aydınlanma döneminden bu güne gelirsek, mutluluğun tek mesuliyeti bireye kaldı.
Sistem insanlara diyor ki:
Mutsuz olduğun her an sen suçlusun.
DEĞİLSİN.
Mutsuz olduğun kadar mutlu da olacaksın. İkili olacak. Sistemin içinde bunu unutuyoruz. Beyin de bunu unutuyor. Sen mutlu olmalısın, mutsuz olmaya hakkın yok, deniyor. Sosyal medyadan dışarıya gösterdiğimiz kimliğe kadar “mutsuz olamazsın” her yerde. Mutluluk bir yandan bir baskı aracına dönüşmüş durumda. Üzerimize bastırılıyor da bastırılıyor.
Mutlu olmanız “gerekiyor.”
Oysa çekirdek sadece tatmin olmak.
Yaptıklarımızdan, arzuladıklarımızdan, çizdiğimiz yoldan. Toplum olarak bakılan yerden biraz açıyı değiştirirsek, mutluluk meselesi korkutucu veya ödev olmayacak. Kant’la geliyor, eskiden mutluluk mutsuzluk dışarıdan gelebilen bir şeydi. Şimdi mutlu olmak bir ödev. Mutlu olmalısın.
Hayır, yaşamalısın. Mutlu olmak bir ödev değil, ödevi yapmak zorunda hissettiğimiz için bu kadar baskı var. Çocuk eve gittiğinde ödevi yapmak istemiyor, biz de mutlu olmak için baskı altında kaldıkça mutlu olamıyoruz. Bu ödev değil.
Olmaya çalışmakla olmaz. Günümüz insanı otantik mutluluğu tadamadığı için, bindirilmiş mutluluğun peşinde koşmak zorunda hissediyor.
Mutlu değilim, kesin bende bir sorun var. Böyle bir şey yok.
Arada bir ağlayacağız, acı çekeceğiz, güleceğiz, coşacağız, sıkılacağız, depresyona gireceğiz, öforik hissedeceğiz. Rahat olun, bütün bunlar hayatın iniş çıkışları.
İnsan buraya iyi hissetmek için değil, iyice hissetmek için gelmiştir.
Acının da sıkıntının da problemin de, zevkin keyfin hazzın da dibine kadar farkına varmak lazım ki, mutluluk için gereken hayat bilgeliği bizde oluşabilsin.
Hayat bilgeliği işin sadece tatlı kısmını yaşayarak olmaz.
Tatlı kısmı sadece rüşvettir.
Hayatın geri kalan acı olan bölümleri olmadıktan sonra, tatlıyla hayat geçmez. Şeker hastası olursunuz.
Mutlu olmak için, mutsuz olmayı da kabullenmek gerekiyor.
Sinan Canan ve Hazal Sezen ‘in bir videodaki birtakım cümlelerini topladım yukarıda. Yüzde yüze yakını onların cümleleri, birkaç küçük dokunuşum var sadece. Bazısı doğrudan bazısı dolaylı ve çekirdeğini aldığım cümleler, herhangi bir telif benzeri şeye gerek yok, çok isterdim ama bana ait değiller ve hepsi direkt aynısı değil ana fikri alınmış olanlar da var. Buradan sonra bendeyiz. (;
Yine uyanış noktasına gelecek olursak kendim için keşfedince yazarsam başkalarının keşfine yol açabilmemin bir ihtimali bulunduğu için yazıyorum. Bir gerçek günaydın olabilir diye. :)
Gerçekten şeker hastası olmamak ve mutsuzluklarla beraber kabulün hayatın gerçek manası olduğunu sözle değil de içsel olarak kavramak sanırım yolda biraz mesafe katedebilmek demek sanırım. Herkes gibi ben de kendim için o hayat bilgeliği konusunda yetişmem büyümem gerek derken, bunun bir ucunu bulunca paylaşmak çoğaltmak istedim.
Bu bir manada üzerimizdeki yükü de azaltacak bir şey. Mutsuzluk zamanıysa, o mevsim gelmiş gibi aslında. Yağmurun ceza olmaması gibi. Şimdi mutsuz olmak zamanı, geçecek. Onu da tohumuna kadar içimize çekip öyle devam etmek de gerçek devamlılığı sağlayacak, çünkü o da anlamak için. Bizim her şeyin kontrolünü yapamayacağımızın, ödülüne cezasına hakim olamayacağımızın kabulü. Egoya ters, huzura paralel gibi. Sorumluluk keselerinden azalma yaşanırken yük azalıyor, mutsuz olmak geldi diye bir de kendimize işkence çektirmiyoruz. Çünkü bu da gerçek, bu da bir parça. Bir nevi tatlı bir bebeği bile tuvaletini yaptı diye, kediyi sizi tırmaladı diye artık sevmemek gibi. O sevmekten vazgeçmek toplamdan vazgeçmek demek. Umutsuzluğun getirdiği hareketsizlik olabilir? Kimseye dokunmayan yılan bin yaşamıyor.
Şeker hastası olmayalım. :)
Şelalenin sesine gürültü demeyebiliriz.
Hazal Sezen’in de dediği gibi, hayat diyalekttir ya çünkü. İkili olacak.
Mutlu da olacağız mutsuz da olacağız. Bir lanet veya bir kötülük olmadığını böyle bir arayış gerekmediğini aslında tam olarak içimizde eritebilirsek, her şey tamam olur. Bu söylenenlere ek Kant’ın bir sözüyle bitirmek istiyorum.
“Rules for happiness: something to do, someone to love, something to hope for.”
“Mutluluğun kuralları: yapılacak bir şey, sevilecek biri, umut edilecek bir şey.” ― Immanuel Kant
Cümleler Youtube AçıkBeyin kanalındaki bu videodan:
SoruYorum — Biz Mi Beyni Mutlu Ederiz Yoksa Beyin Mi Bizi Mutlu Eder?
*kalpler*kalpler*